Biz bir macera yaşamak istedik ve yaşadık!
Şimdi sıra geldi sizlerle paylaşmaya…
Destination: Anywhere!
Sabah uyandığımızda akıllardaki tek şey herhangi bir yere doğru yola çıkmak, bir gece konaklamak ve ertesi akşam dönmekti. Bu fikir yola çıkmamızla beraber önce Bursa- İznik gezisi yapmak üzere Yenikapı – Yalova feribotuna rezervasyona, sonra Yenikapı’ya yaklaştıkça, “aslında Bursa- İznik yerine kuzu mevsimiyken de hani gidip Trakya’da kuzu çevirme mi yesek?” cümlesine dönüştü ve bu soru cümlesi bizi esir aldı. Yenikapı feribot iskelesinin önünden ver elini Trakya dedik, yönümüzü değiştirdik.
Mayıs ayında Trakya’da her yer sapsarı… Sebebi Kanola tarlalarıymış…
Fotoğraftan da görebileceğiniz üzere çok güzel çiçek açmış her yer, baharın geldiğini idrak ettik adeta. Tablo seyreder gibi bir yolculuk yaptık. Mayıs ayında mutlaka yolunuzu düşürmenizi tavsiye ederim. Haziran ortası gibi kanoların hasat dönemi.
Kavaklık Restaurant
Tarlaları izlerken bir yandan da asıl hedefimiz olan kuzu çevirmeye doğru yol aldık. Edirne-Çanakkale yolunun üzerindeki Kavaklık Restaurant’ı seçtik. Keşan’dan Çanakkale yönünde çıktıktan sonra yaklaşık 10 km. gittiğinizde sağınızda göreceksiniz burayı. (Rota haritasında: 2 numara)
Yemyeşil bir yer burası, birbirinden uzak masalar ile huzur dolu. Pek kullanılıyor gibi gözükmese de yer yer hamaklar var, bir de dolaşması yasak, yuvalarında ördekler.
Çoban salata ve yoğurt istedik ikisi de muhteşemdi. Benim gözüm süt ürününe yoğurt ile doymamış gibi bir de ayran istedim. Bakır kapta buz gibi ayran servis ettiler. Keyfim bir kat daha arttı.
Ana yemek olarak ise but ve kaburga kısmından karışık kuzu çevirme istedik. Açıkçası biz büyük hayal kırıklığına uğradık. Nar gibi kızarmış bir kuzu beklerken, çok da iyi pişmemiş yağları üzerinde bir kuzu geldi. Pek hoşumuza gittiği söylenemez. Bazı yerleri yerken ağzımda sakız gibi büyüdü. Halbuki gitmeden araştırma da yapma fırsatım olmuştu, beğenenler ve övenler çok burayı. Benden ise geçer not alamadı kuzu konusunda. Sırf yoğurt, salata ve lezzetli mi lezzetli ekmeğinden yeseydim keşke diye düşündüm kuzuyu yerken.
Keşan’ın bir de satır et’i meşhur. Bari ona şans verelim deyip ondan da bir porsiyon istedik, o da çok iyi pişmemişti, tuzu, baharatı yoktu. Belki de buraların özelliği böyledir ama benim damak tadıma uymadı maalesef.
Resim olarak da ne eti, ne de kuzuyu eklemeyi reddediyorum bu nedenle yazıma, böylece çoban salata ile yoğurt da arada kaynamış oluyor ama ne yapayım 🙂
Uyku Molası
Yolumuza bu kadar çok yedikten sonra nerede biraz kestirsek motivasyonu ile devam etmeye başladık ve yaklaşık 20 km. sonra Kocaçeşme sapağından çıktık. Burası denize bağlanıyor ve benim klasik “ayağımı denize sokma” hevesimi de belki gideririz diye saptığımız bir yer oldu. (Rota haritasında: 3 numara)
Küçük bir limanı var, yukarıda resmini görebilirsiniz. Adeta terkedilmiş gibi, kimsecikler yok. Sadece ilk geldiğimizde denizin üzerinde duruyor gibi gözüken bir amca birşeyler topluyordu denizden. Yaklaşık 50 metre uzakta bile deniz bileklerinize geliyor. O gittikten sonra sadece martılar, kayıklar, deniz ve şanslıysanız güneş kalıyor size… Oldukça huzurlu bir yerdi. Arabayı kenara çekip kısa da olsa uykumuzu aldık. Ayağımı sokma hevesim ise bir başka Ege kıyısına kaldı.
Güneye inmeye devam ettik, şehitlikleri gezelim dedik. Bu arada madem o yönde gidiyoruz deyip bir otelde rezervasyon yaptırdık Eceabat’ta.. İşte burada durun ve dikkat edin, asıl macera Eceabat’ta başlayacak.
Gelibolu Yarım Adası
Akbaş Şehitliği’nden sonra, Gelibolu Yarım Adası Tarihi Milli Parkı’na doğru devam ettik. Buranın girişinde müze olduğunu iddia eden bir mekan var. Aman diyorum, sakın paranızı, vaktinizi harcamayın. “Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi” : 1 saat boyunca 11 adet havasız odada gezip, başlangıçta iyi vakit geçirip Çanakkale savaşına dair detay bir şeyler öğreneceksiniz diye bekleseniz de sonunda amaçtan bu kadar sapmanın hayal kırıklığına uğrayarak kendinizi koşarak dışarı atacağınız bir mekan.
Aslında fikir çok güzel, 11 odada her biri 4-5 dk süren kısa görüntüler, kimi yerde simülasyonlar var. Ama kesinlikle harcanmış olduğunu düşündüğüm bir proje. Öncelikle çok özensiz, 3 boyutlu gözlükle izlenen kısımlarda görüntüler fena halde dağınık, insanın madem yapamıyorsunuz siz de zorlamasaydınız 3 boyutu diyesi geliyor. Bunun dışında 1 saatte heralde 5 dakikada aktarılabilecek yeni bilgi öğrenmemizin yanı sıra, 55 dakika boyunca masal dinledik diyebilirim. Kendi kendimizi nasıl överiz hikayeleri, gösterimin sonunda “demir ağlarla YENİDEN ördük ülkeyi” cümlesine bağlanıyor… Sonunu beklemeden çıktık. En çok da bir turist vardı ona acıdım, çocukçağız kafa sallayıp duruyordu “cık cık cık” gibisinden. Yani sanki biz “kötü adamları” kovmuşuz seviyesinde bir anlatım. Ne Anzak’lar neden buralara kadar geldi, ne Atatürk’ün başarılarının detayları, ne 25 Nisan’ın neden Anzak günü olduğu, vb. Eğer yanlı bir anlatım istemiyorsanız ve tarih bilginiz ilkokul seviyesinde değil ise buraya yaklaşmayın.
Yazımın buradan sonraki kısmı neyse ki “gitmeyinler”den arınmış ve “gidin”lerle dolu olacak.
Gelibolu yarımadası bu sene Lonely Planet tarafından “Gezmek için en iyi 10 Bölge”den birincisi seçilmiş.
İlginizi çekerse yazıya https://www.lonelyplanet.com/best-in-travel/regions/01-gallipoli ulaşabilirsiniz.
Gelibolu Yarım Adası Tarihi Milli Parkı tek kelime ile muhteşem ve hikayeleri, anıları ile birlikte insana yoğun duygular yaşatıyor.
Anzak Koyu’nu görmeden geçmeyin. 25 Nisan 2015 Anzak Günü etkinlikleri kapsamında bütün şehitlik Avusturalyalılar’ın elleriyle ördüğü iplikten gelincikler ile kaplıydı. Anzak’ların Çanakkale’ye ayak bastığı gün olan 25 Nisan, 1916 yılında resmi olarak Anzak günü kabul edilmiş ve Gelincik Çiçeği de Anzak Günü’nün resmi sembolü olmuş.
57.Piyade Alayı Şehitliği ise beni en çok etkileyen Türk şehitlik oldu, tarihi yönüne çok girmeden meraklısı araştırsın diye Türkiye’de bugüne kadar başka hiçbir alaya 57. Alay isminin tekrar verilmediği bilgisini de vermek isterim…
Bu detayların dışında Gelibolu Yarım Adası Tarihi Milli Parkı doğasıyla, kuş sesleriyle, temiz havasıyla, yeşiliyle ve deniz manzarası ile büyüleyici. Mutlaka gidin, gezin, görün.
I love you booking.com!
Şimdi sıra geldi “az sonra”sını, az önce verdiğim maceramıza.
Booking.com’dan rezervasyon yapmak, sonrasında herhangi bir problem yaşandığında karşınızda muhatap bulmak adına çok faydalı oluyor.
Gelibolu’ya gelme kararı netleştiğinde Eceabat’ta bir otelde rezervasyon yaptırdık. Açıkçası ben bütün oteller 1 Mayıs Cuma ile birleşen toplam 3 günlük tatil sebebiyle full kapasite çalışırken, gün içerisinde hem de Eceabat gibi küçük bir yerde 100TL civarı bir fiyata düzgün bir yerde rezervasyon yapabildiğim için kendimi oldukça şanslı sayıyordum! Ne kadar şanslı olduğumu saat 19:30 civarı otele eşyalarımızı bırakmak üzere uğradığımızda anladım. Sevgili otelimiz meğer booking.com aracılığı ile 15 odalı kapasitesine rağmen 30 oda civarı rezervasyon almış. Buradaki hata otelin işletmesinde mi, yoksa booking.com‘da mı bilemiyorum ama yaptığım en iyi hareket daha otelin müdürü ile bile konuşmadan hemen 40km’ye kadar civarda bulduğum tek oteli rezerve etmek oldu. Zira 5-10 dk sonra baktığımda benden sonra kalan son oda da gitmişti. İşletme sahibinin bizden özür dilemesinin ve civarda hiç yer olmadığını söylemesinin ardından booking.com‘u aradım ve onlara bilgi verdim. Sonrasında da onlar bana yeni bulduğum otel ile aradaki farkı bizi mağdur etmemek adına ödeyeceklerini bildirdiler.
Telefon ile de teyidini aldığımız otelimiz Eceabat’tan bir feribot uzaklığındaydı. Ama o 20-25 araçlık feribotlardaki kuyruğu ne siz sorun ne ben anlatayım. Eşyalarımızı alıp, arabayı bir yere park ederek karşıya yaya yolcu statüsünde geçtik.
Otelimize yerleştikten sonra saat bayağı ilerlemiş de olsa kendimizi şirin mi şirin bir lezzet durağı olan “Radika”da bulduk.
Radika, Mis Pişi ve Suvla ile ilgili yazım için buradan buyrun…
Çanakkale’de geçirdiğimiz gecenin ardından Mis Pişi’de edilen mis gibi kahvaltı sonrası yine yaya olarak feribotumuza binip, Eceabat’ta bırakmış olduğumuz aracımıza sağ salim kavuştuk. Biz tek bulduğumuz otelde kalacak olmanın riskiyle kendisinden ayrıldığımız ve onu bilmediğimiz bir sokak arasına bıraktığımız için açıkçası birbirimizi bir daha görebilecek miyiz diye endişe ediyorduk birazcık.
Tüm taraflar sağlam olarak Eceabat’tan Gelibolu yönüne gittik ve “SUVLA” tabelasına saptık.
Suvla sonrası civarda biraz daha gezip, yolda rasladığımız oğlakları sevmeye yeltendik. Ama ufaklıklar biraz korkak çıktı, sadece fotoğraflarını çekmek ile yetinmek zorunda kaldık.
Gelibolu merkeze de uğramak istedik. Burada aslında çok methini duyduğum İlhan Restaurant’a gidecektik. Hatta Hokkabaz filminde Cem Yılmaz, Mazhar Alanson, Tuna Orhan ve Özlem Tekin’in şehitlik yolunda mola verdiği restoran da burası. Ancak hem vakit yokluğundan hem de köşedeki kokoreççinin kokusundan etkilenip kokoreç yemeye karar verdik. İyi pişirmesini söylemek gerekiyor, lezzetli bir kuzu kokoreçi var.
Buralara kadar gelip Peynir Helvası yemeden dönmek zaten olmazdı. Peynir helvası aslında höşmerim tatlısına benziyor, ki ben höşmerim pek sevmem. Ama o höşmerim alınıp fırınlanınca bir lezzet bombası olan peynir helvasına dönüşüyor. Gelibolu’dan dönmeden önce bir de GelSüt’te bu lezzete doyduk. Siz de bizim gibi helvanızı paket yaptırıp sahildeki çay bahçelerinden birinde yiyebilirsiniz.
Aşağıya gezimin duraklarını da göstermeye çalıştığım haritayı ekledim. Çanakkale’yi oraya araba ile geçmediğimiz için işaretlemedim. Yoksa Çanakkale merkezi de unutmamak lazım!