İnsan her yeri yazar da kendi şehri söz konusu olunca sessiz kalır mı böyle?
O kadar çok seviyorum ki İstanbul’u – karmaşasıyla beraber, evet! – size anlatamam hem ne çok sevdiğimi, hem de neden sevdiğimi. Ama sanırım evde olmanın dezavantajıyla kendi hayatıma dalıyorum genellikle, kaçıyor potansiyel İstanbul anları.
İstanbul yaşanacak şehir değil, turist olacak şehir derler, doğru… Gezmeye gelsem bir gün buraya nasıl bir program yapardım?
Bir kere kesinlikle mevsim olarak ilk baharın sonunu ya da sonraki baharın başını seçerdim…
Sabah çok erken kalkar Sultanahmet civarına gider, Kapalıçarşı’yı gezer, Marputçular hanından incik boncuk alırdım, Kral’dan kokoreç ya da balık ekmek yerdim… Ama yok yok sanırım kesin Dönerci Şahin Usta’dan döner!
Gün içerisinde motora, vapura, bir deniz taşıtına biner boğazı gezerdim…
Caddebostan ya da Tarabya sahilinde yürürdüm…
Nisan ayında geldiysem erguvanları seyrederdim her yerinden…
Hava güzelse akşamüstü Kireçburnu’na gider, Set Balık’ta bir akşamüstü rakısı içerdim…
Gece olunca Boğaz’ın iyot kokusu odanın rüzgardan dalgalanan tülünden içeri sızarken uyuyakalmak olurdu hayalim..